O gün havada yağmur yoktu ama içimde bardaktan boşanırcasına dökülen bir şeyler vardı.
Kimsenin duymadığı bir çatırtıydı o.
Dışarıdan bakınca her şey yerli yerindeydi;
Ben yerimdeydim, sen yerindeydin, kelimeler bile aynı cümlelerin içindeydi.
Ama ben anladım…
O gün bir şey kırıldı içimde.
Öyle bildiğin gibi değil.
Kırılan bir bardak gibi gürültülü, parçaları yerde gözüken türden değil.
Daha sessiz.
Daha derin.
Daha görünmez.
Adını koyamadım.
Ne zaman başladığını bile bilmiyorum.
Belki bir bakış.
Belki o gün yüzüme bakarken içinde başka bir yüzü taşıyor olmandı.
Belki bana anlatmadığın ama içinde taşıdığın yorgunluktu.
Bilmiyorum.
Ama içimde bir kapı vardı.
Sen her gülümsediğinde o kapı aralanıyordu.
Ben umutlanıyordum.
"Belki bu kez…" diyordum.
"Belki bu kez içeriden biri çıkar…"
Ama o kapıdan hep rüzgâr geçti.
İçimdeki mumları hep o rüzgâr söndürdü.
O gün bir kahve içtik seninle.
Sessizdin.
Ama öyle durgun bir sessizlik değil bu…
Beni dışarıda bırakan bir sessizlikti.
Bana yer açmayan, beni içinde taşımayan,
Sanki orada olmasam da fark etmeyeceğin türden bir susuş…
Ben sana içimden geçenleri anlatmak istedim.
Dilim dönmedi.
Çünkü bazı cümleler söylemek için değil, yaşamak için vardır.
Ve ben yaşarken içimde sustum sana.
Sen başka bir şeyden bahsederken ben içimden şunu söyledim:
“Şu an gülümsüyor, ama içinde ben yokum.”
İşte o cümleyle birlikte bir şey koptu benden.
İçimden bir ip, bir bağ, bir inanç…
Artık beni anlayamazsın, dedim.
Senin baktığın yer başka.
Ben senin gözlerinde değilim artık.
Ben senin içinde bile yokum.
İnsan bazen en sevdiklerinin içinde kaybolur.
Ve bu kayboluş öyle bir şeydir ki;
Bulmak isteyen bile seni bulamaz.
Çünkü sen kendini çoktan kaybetmişsindir.
O gün…
Ben seni dinlerken,
Sen beni unutuyordun.
Yüzün bana dönüktü ama içindeki aynalar başka yansımaları gösteriyordu.
Ve ben o aynalarda yoksam,
Seninle olmak neye yarardı?
Bazen sevilmemek değil, unutulmak daha çok koyar insana.
Bazen yalan söylenmesi değil, gerçeklerin saklanması boğar insanı.
Ve ben o gün bir gerçek gördüm:
Sen beni sevmedin,
Sen sadece seni seven biriyle yürümek istedin.
Ben o sevgiyi taşıyordum evet,
Ama sen ona hiç sahiplenmedin.
Biliyor musun, o gün bir karar verdim.
Sana içimden mektuplar yazmayı bırakacaktım.
Gece yarıları yıldızlara adını fısıldamayı bırakacaktım.
Sana sesimi ulaştırmaya çalışmayı bırakacaktım.
Ve gerçekten bıraktım da…
Ama bu bırakış bir özgürlük değildi.
Bu, bir sürgündü.
Senin içinden kendi içime sürüldüm.
Ben o gün anladım ki;
Bazı insanlar seni sadece yanında ister.
İçinde değil.
Ve ben hep içinde olmak istedim.
Birinin sabah uyanınca aklına düşen düşüncesi,
Bir an durup da içini ısıtan varlık olmak istedim.
Birinin “İyi ki var” dediği…
Birinin yokluğunda eksildiği şey olmak istedim.
Ama senin hayatında ben sadece bir virgüldüm.
Bir durak.
Bir geçiş.
Bir bekleme süresi.
Ve sen benden geçerken,
Ben sana kaldım.
Ben hâlâ o günün gecesinde yaşıyorum.
Hâlâ o kahvenin soğuk tadı dilimde.
Hâlâ o susuşun gölgesi üzerimde.
Biliyor musun?
İçimde bir şiir başlardı sen gelince.
Ama sen gidince…
Bir cenaze marşı çalıyor şimdi orada.
O gün bir şey kırıldı içimde.
Belki bir daha hiç onaramayacağım.
Belki başka birileri gelip sevecek beni,
Ama artık o yer hep boş kalacak.
Çünkü kırılan şey bir kalp değil.
Bir inançtı.
Ve insan bir kez inancını kaybederse,
Bir daha tam sevemez kimseyi.
Ne başkasını,
Ne de kendini.