Bir gün, otururken fark ettim:

Yaralarımın çoğu başkasından değil, kendimden kalmaydı.


Çünkü ben…

Olmayacak insanlar için dua ettim.

Sevildiğimi sandığım her anı, kutsal sandım.

“Belki bu kez…” dedim.

Her hayal kırıklığında, "Ben az sevdim" sanıp daha çok sarıldım.

Sırtımdan çekildiğinde eller,

Kendi ellerimle tutmaya çalıştım.


Yani…

Gidenleri değil, gitmelerine izin vermeyen bendim.

Susması gereken yerde çığlık atan,

Anlatmaması gereken yerde kalbini döken…

Biraz fazlaydım.

Biraz fazlasıyla inandım, biraz fazlasıyla sevdim.

Ve o fazla, hep benden aldı.


Kimse benden gitmedi aslında.

Ben kendimi bıraktım hep birilerinde.

Beni onlar terk etmedi…

Ben kendimden vazgeçtim.


Sadece biraz sevilebilmek için.


Gece uyumadan önce en çok kendime kızdım.

"Niye böyle davrandın?"

"Niye bir kez de kendini seçmedin?"

"Niye onun susuşunu ‘utanıyor’ sanıp da, gururunu ayaklar altına aldın?"


Cevap yoktu.

Sadece sessizlik.

Sanki içimde küçük bir çocuk var ve ben onu susturuyordum sürekli:

“Bir şey olmaz…”

“Geçer…”

“Aldırma…”


Ama geçmedi.

Hiçbir yara, sadece zamanla geçmedi.

Bazı yaraların pansumanı yüzleşmekti.

Ben yüzleşmedim.

Üzerine örttüm her şeyi.

Sustuklarım, içimde çığlık oldu.

Gülüşlerim, içimde kırık bir vitrin gibi…

Ne zaman mutlu olsam, düşecekmiş gibi titriyordu içim.


Çünkü içim doluydu.

Boğazıma oturan bir şey vardı hep.

Ne söyleyebiliyor, ne yutabiliyordum.


Ve sonunda fark ettim:

Ben en çok kendime ihanet ettim.


Sevgisizliği, sevgiye benzettim.

İhmal edilmeyi “yoğunluk” sandım.

Sessizliği, “anlayış” diye yuttum kendime.


İnsan, bazen karşısındakine değil, kendi hayaline âşık olur.

Ben senin değil,

Senin içinde görmek istediğim birinin hayaline vuruldum.

O insan hiç olmadı.

Hiç olmayacaktı da.

Ama ben...

Oldurmak için kendimi küçülttüm.


Birinin içinde, olmayan bir insana yer açmaya çalışmak…

İşte bu en büyük yıkım.


Ve ben bunu defalarca yaptım.


Kendimi sevdirmeye çalıştım.

Zaten sevilmeyecek birine.

Hep gidecek birine.

Hep uzak birine.


Benim kalbimden geçtiğin halde,

Hiçbir zaman bana ait olmadın.

Ve ben…

Sadece seninle dolu olmayan boşluğuma sarıldım.


Şimdi düşünüyorum da,

Sevgi uğruna bu kadar harap olmak…

Aslında sevgi değil, alışkanlıktı.

Bağlılıktı.

Bağımlılıktı.


Ben seninle iyileşeceğimi sandım.

Ama sen içimdeki her sağlam yeri daha da yıktın.

Ve ben yine de “Suç bende” dedim.


Çünkü benim sana olan inancım,

Senin bana olan ilgisizliğinden büyüktü.


Ben kendi inancımın kurbanı oldum.

Kendi hayalimde kayboldum.

Kendi içimde yok oldum.


Ve o gün anladım:

Beni en çok ben yaraladım.


Şimdi, bu sessiz yüzleşmede,

İyileşmek gibi bir derdim yok.

Sadece kendime gelmek istiyorum.

Artık biri beni sevsin diye kendimi anlatmak istemiyorum.

Bir daha kimsenin beni sevmesi için değişmeyeceğim.

Sevgiye aç değilim artık.

Sadece kendime tok olmak istiyorum.


Kendime yeterli olmak istiyorum.

Beni ben yapan şeylere sımsıkı sarılmak.

İnsanlar giderken değil, ben kalırken var olabilmek.


İşte bu yüzden,

Artık birini sevdiğimde,

Önce kendime soracağım:

“Bu sevmek, sana iyi mi geliyor?”

“Yoksa yine kendini kaybedip onu mu büyütüyorsun içinde?”


Cevap içimde gizli olacak artık.

Ve bu kez o cevabı susturmayacağım.

Çünkü kendime kulak vereceğim.


Kendi sesime.

Kendi kalbime.

Kendi ellerime.


Ben artık en çok kendimi tutacağım.

Çünkü ben en çok kendimi yaraladım.

Ve kendimi artık sarma vakti geldi.